16 Nisan 2020 Perşembe

UYUYAN GÜZEL, UYAN ARTIK!


BANA SEN LAZIMSIN SEN
Okullar kapandıktan sonraki, 2. Hafta Çarşamba gününe kadar zaman vermiştim. Hastalık nedeniyle yaşanılan kaygı haricinde, online eğitimden memnun veliler, çılgınlar gibi yapılan ve hayatı da sanatı da gerçekten evlere sığdıran paylaşımlar her şey çok güzeldi, tüketici toplumun mensupları olarak buna da hızlıca başladık hatta sevindik ama tabi ki böyle devam etmeyecekti.

“Valla hep böyle olsa ben eşimden ayrılırım!” demeler başladı; çocuklarını yeni tanıdığını söyleyen anne babalar; aynı anne babalar, yeni tanıdıkları kişiden memnun olmamaya başladı; okul olmadığında, aslında okulunu çok özleyen çocuklar; dönüp dolaşıp etkinlik yapmaktan gına gelmiş insanlar, hepimiz itiraflara başladık. Ben de 3-4 gündür boş boş duvarlara bakıyorum, hiçbir şey üretemeyerek. Bu deli düşüncelerle silkelendim, kendime geldim. Ne oluyor? Barajlar açılmış gibi coştuk geldik de, şimdi neye yetişmeye çalışıyoruz? Evde kalacağın ve yollarda zaman kaybetmediğin için “şunu, şunu, şunu yapacaksın” diye ne zaman kurallar koyduk kendimize? Bu sadece sıkılmak bunalmak değil, farkına varmadan koşmaya başladığımız bu döngüde, aslında koşulmayacak bir yerde olduğumuzu hatırladık.

PEKİ, TAM OLARAK SIKILDIĞIMIZ NEYDİ?

Kendimizle yüzleşip durmaktan, dönüp dönüp aynı şey yapmaktan mı sıkıldık yoksa yüzleştiğimiz kendimizden mi memnun değiliz. Tam olarak memnun olmadığımız şey nedir acaba?

Yaşadığımız zaman, her ne kadar faklı olsa da, çok hızlı bir şekilde uyum sürecine başladık, hem de kendimizi kendimizle yarıştırarak. Çünkü okullar kapandı, bazı iş yerleri de, evlerde kaldık, sokağa bile çıkmadık. Hatta ilk günler “ya balkona çıksam bir şey olur mu?” diye bile kaygılandık. Bir laf vardır, hızlı gitmekle ilgili, dedim varsayın, aynı o hesap birdenbire durduk. Gerilim filmlerindeki gibi oldu hatta, kapının ardından karanlıkta, çıkacak şeyi beklerken aniden o şey çıkmış gibi olduk ama gelen de olmadı giden de…. Oğuz Atay, ne güzel yazmış değil mi “Korkuyu Beklerken”i… Bize ve sevdiklerimize dokunmasın diye dua ediyoruz dilimiz döndüğünce.

Peki, sıkıldığımız neydi tam olarak? 40 yıldır onunla birlikteydik. Onun için çalıştık çabaladık, onun için ağladık. Sporuna, yemesine hep özen gösterdik, “amannnn, incilerimiz ziyan olmasın, dur şu vitamini alalım” dedik, “aman o organik değilmiş miş, bu organikten yiyelim” dedik. Onca eğitim, onca görüşme, onca iş yerlerinde yapılan fedakarlıklara ne oldu, kendimize ne kaldı? Sigara izmariti gibi ayaklarının altında söndürdü kimi kalbimizdeki ateşi;  gözlerimizdeki yaşama sevincini aldı bazı kötü cadılar, masallardan filan da çıkmadılar, pusu kurmuş gibi geldiler. Kardeşim hep mi o odadaydım, beni mi bekliyordun. Ben buraya geleyim de bir ağzının ortasına kürekle vurayım hayalleriyle mi yaşadın? Zorun neydi benle. Seni geçtim hadi, benim kendimle zorum neydi asıl, neden yaşattım ben kendime bunları?

Sevmediğimiz neydi, pandemi mi, evde kalmak mı, kendimizle baş başa kalmak mı ya da kaç yıllık ömrüm varsa o kadar yıl kendime yaptıklarım mı? Çok ağırmış be kendimizle yüzleşmek…

KİMİLERİ HALA UYUYAN GÜZEL
“Tanrı ve yoksulluk aynı şey” dedi bir dizide, O AN BİR EFEKT; OK ÇIKTI YAYDAN, SON SURAT HEDEFİNİ VURDU, TAM KALBİMİN EN ACIYAN YERİNDEN ve bir inilti yükselti benden “aaahh!”
Ah ki ne ah, herkes o kadar anlatıyor da anlamayan anlamıyor, “ ben kendimden çok memnunum ne var ki halimde!” der mesela. Ben de çok memnunum, ne keşke derim, ne neden bunu yaptım derim. Yaptım önümüze bakalım derim çünkü bilirim ki her adım ki, bazen suya basarsın, bazen balçıktan çekersin ayağını, seni ileriye götürür, kendi kendini dinlersen.
Kimileri hala uyuyan güzel, kendimle zorum yok diyor, ben de diyorum ki zorum olduğunda değil zaten, uyanalım şu ölüm gibi uykudan da sahiplenelim iyisiyle kötüsüyle şu dünyayı. Çok merak ediyorum; bu uyuyan güzeller, ölmeyeceklerini mi düşünüyorlar. Onu bile düşünmüyorlarsa o da bir şey yahu, en azından sona giden bir yolda olduğunun farkında ve en azından zarar vermez hiçbir şeye ve kendine…

SAHİP ÇIKMAK
En sevdiğim şey; sahip çıkalım. Ne bize yabancı ki, karşı ki komşu mu, otobüste yanıma oturan yaşlıca kadın mı, balkonum mu, odamda benim yıkamadığım çarşaflarım, aldığım nefes, soluduğum dünya mı. Yaşadığım keder, üzüntü mü?
Hiçbiri değil hatta hepsi çok kıymetli çünkü hepsi senin bir duygunun adı. Duygular çocuk gibidir. Onlara bakalım ister, bir hareket yapar, fark edelim görelim ister. Onları seveceğiz sarıp kucaklayıp “derdin ne senin a kara oğlum?” diyeceğiz. Baktık ki bizi üzüyor, sonra nazikçe salıvereceğiz onu, sahip çıkalım ona ama olması gerekenden fazla da kendimizde tutmayalım onu, yüz vermeyin çok! Canım içini kıyırtıp duran şeyi ne yapacaksın, azıcık dinle onu,tamam sonra sal gitsin, gitsin ki yerini güzel duygulara bıraksın…

HAYATTA NE GEÇMEDİ Kİ
Bu da geçecek, sabırla bekleyeceğiz zamanın yaralarımızı sarmasını. Çünkü hayat bazen sadece durup beklemeyi gerektiriyor. Tek yapman gereken kendinden asla vazgeçme çünkü öyle güzelsin ki, varlığın yeter şu okyanusun olması için…

Yazmalara doyamam,
Senden başkasına bakamam.
Bilirim ki tek derdim senin dertli olmandır,
Gamsız baş olamam.

Gözüm seğirir münecciğimliğe soyununca,
Aslında yeteneğim vardır bu işe olduğunca,
Ne olduğunu yeni öğrendim:kalbimi dinlemekmiş müneccimlik dediğim şey,
Gelecek kaygısı anca biter, dünya dönmeyi bırakınca!

Özlem demez ama demişler ki “Çile bülbülüm çile”
Bülbülü çileyle öttürmeyi bırak, onun şarkısını dinle
Hayat kısa, zaman hızlı, sakın şikâyet etme,
Sana sen lazımsın sadece sen, bundan sonra da hayattan ne istersen onu dile…