19 Aralık 2013 Perşembe




CANIN CANI YANAR


Yıllar yıllar öncesinde uzak bir ülkede bir gölün ortasında ufak bir tapınak varmış. Bilgelerin bilgesi bir usta, öğretmeniymiş tapınağın. İnananlar bilgisinden sual etmez, küçük yaşlardaki çocuklarını ona emanet ederlermiş; cesur, onurlu ve bilge olsun diye…
Yedi yaşındaki Sang-ki, işte böyle bir çocukmuş, biraz da muzip, çocukluk işte: gölde yüzerken bir balık yakalamış, iple bir taş bağlamış balığın sırtına, sonra onun yüzemeyişini izlemiş keyifle. O kadar eğlenmiş ki aynısını bir kurbağa ve yılana da yapmış. Kurbağa zıplayamamış, yılan kıvranarak taştan kurtulmaya çalışmış.

Usta, Sang-ki’yi görmüş, balığın, kurbağanın ve yılanın çektiği acıyı görmeyen Sang-ki’yi…

Usta, Sang-ki uyurken onun sırtına büyükçe bir taş bağlar. Sang-ki sabah uyanıp da kalkmak istediğinde zorlandığını farkeder, bir bakar ki sırtında kocaman bir taş var, ustasından yardım ister: ‘’usta, sırtımda bir taş var ve hareket edemiyorum, bana yardım eder misin?’’, usta cevap verir:     ‘’sen de kimileri için aynısını yaptın. Hayır, sen o sırtına taş bağladığın hayvanları bulup sırtlarından o taşları çözmediğin sürece ben de senin sırtından o taşı çözmeyeceğim.’’ Sang- ki ustasının neden böyle yaptığını da anlamadan hayvanları bulmaya gider; gölde balığı bulur, balık ters dönmüştür, artık onun için çok geçtir. Sang-ki ağlamaya başlar. Tam o sırada yılanın kıvrılmış, çaresiz kalmış bedenini görür, ağlaması kalbinin acısıyla birleşir ama o sırada kurbağayı görür, zor da olsa hala zıplamaya çalışmaktadır, sevinçle çıkarır taşı ve özgür bırakır onu, kurbağa bu yaşadığını unutur mu bilmem ama artık istediğini yapabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder