CANIN CANI YANAR
Yıllar yıllar öncesinde uzak bir ülkede bir gölün ortasında
ufak bir tapınak varmış. Bilgelerin bilgesi bir usta, öğretmeniymiş tapınağın.
İnananlar bilgisinden sual etmez, küçük yaşlardaki çocuklarını ona emanet
ederlermiş; cesur, onurlu ve bilge olsun diye…
Yedi yaşındaki Sang-ki, işte böyle bir çocukmuş, biraz da muzip,
çocukluk işte: gölde yüzerken bir balık yakalamış, iple bir taş bağlamış
balığın sırtına, sonra onun yüzemeyişini izlemiş keyifle. O kadar eğlenmiş ki
aynısını bir kurbağa ve yılana da yapmış. Kurbağa zıplayamamış, yılan
kıvranarak taştan kurtulmaya çalışmış.
Usta, Sang-ki’yi görmüş, balığın, kurbağanın ve yılanın
çektiği acıyı görmeyen Sang-ki’yi…
Usta, Sang-ki uyurken onun sırtına büyükçe bir taş bağlar. Sang-ki
sabah uyanıp da kalkmak istediğinde zorlandığını farkeder, bir bakar ki
sırtında kocaman bir taş var, ustasından yardım ister: ‘’usta, sırtımda bir taş
var ve hareket edemiyorum, bana yardım eder misin?’’, usta cevap verir: ‘’sen de kimileri için aynısını yaptın. Hayır,
sen o sırtına taş bağladığın hayvanları bulup sırtlarından o taşları çözmediğin
sürece ben de senin sırtından o taşı çözmeyeceğim.’’ Sang- ki ustasının neden
böyle yaptığını da anlamadan hayvanları bulmaya gider; gölde balığı bulur,
balık ters dönmüştür, artık onun için çok geçtir. Sang-ki ağlamaya başlar. Tam
o sırada yılanın kıvrılmış, çaresiz kalmış bedenini görür, ağlaması kalbinin
acısıyla birleşir ama o sırada kurbağayı görür, zor da olsa hala zıplamaya
çalışmaktadır, sevinçle çıkarır taşı ve özgür bırakır onu, kurbağa bu
yaşadığını unutur mu bilmem ama artık istediğini yapabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder