9 Haziran 2015 Salı

Sırası gelmişken yazmalı insan. Söylemeye cesaretimiz olmayabilir ama ne olursa olsun yazmalı insan...Bir gün yok olacağını unutmadan, zaman denilen şeyin keşkesi olmadığını bilerek yazmalı; kafasının içinde ne kadar haklı olduğunu hatırlayıp durabileceği bir hayat yaşayacağını bilerek yazmalı hem de...

- Neden ben? Kandırdınız beni ihtişamlı bir gösteriyle, canımı bile veririm dedim sırası gelirse... Madem inanmıyordunuz o kadar da, neden ben?
- Bilmem, dedi adam...
-Sırada sen vardın.


4 Haziran 2015 Perşembe

Fesleğenlerdir kendini ona dokunmaktan alıkoyamadığın, onlar da bir hediye verir sana mitoslardaki melekler gibi; ömrüne ömür katacak gibi, mis bir koku saklarlar en görünen yerlerine...Peki hiç düşündünüz mü, ya bu senaryo böyle değilse?



FESLEĞENİ SEVMEK


Soğuk bir ilkbahar akşamı, köpeklerin yuva edindiği, insanların da korkusuzca yürüdüğü yemyeşil bir parktaydım o gece.

“İlkbahar, en sevdiğim mevsimsin sen…” deyip çimeni, otu, ağacı sevmeye gittim o gün.

Gözlerim hariç diğer tüm duyu organlarımı açıp dinleyecektim çevremi . Tıkadığım kulaklarımı, kapattığım ağzımı açacak, ellerimi serbest bırakacak, görmediğim halde dokunmaktan korkmayacaktım bu sefer…

Terapilerde, yogada, en kötü çocukken gittiğiniz tiyatro çalışmalarında ufacık da olsa motivasyon çalışması yapılmıştır mutlaka size de. Kimin sesi olursa olsun o ses,  bu çalışmanın başında daha yumuşar  ve kimse şimdiye kadar onun hakkına girmemiş, savaşlar onun dünyasında olmuyormuş,  evrendeki en sakin yerde yaşıyormuşçasına, o kişi parmak uçlarında, bulutların üstünde yürüyormuş gibi sakin sakin sunmaya başlar hayalini kurmanızı istediği şeyi :

Gözlerin kapalı,
Yavaş yavaş bulunduğun mekandan uzaklaştığını hissediyorsun,
Etrafında mis gibi çimen kokusu,
Uzaklardan bir yerden su sesi geliyor, sen de duy bu sesi,
Bak hava nasıl ılık esiyor…
Dışarıdaki en uzak sesi dinle,
Biraz daha yaklaş,
Etrafını dinle,
Vücuduna kulak ver,
Yavaşça tüm bedenini hissetmeye çalış;
Ayakkabının içindeki ayak parmaklarını,
Deminden beri yanında duran kollarını,
Bir karıncalanma hissediyorsun,
Ayaklarından başlıyor,
Dizlerinden yukarıya çıkıyor,
Her yerinin sıcaklığını hissediyorsun ve uyuşmuş gibi…
Burnundan nefes al ve şimdi yine burnundan o nefesi ver,
Kalbinin sesini duymaya çalış, onun ritmini dinle…

Sonra yavaş yavaş açtırırlar gözlerini ve neler hissettiğini sorarlar. Ne hikayeler dinlersin o arada, ne filmler duyarsın da sen ben inanamayız…

İşte böyle soğuk bir ilkbahar günü ben parkı dinliyorum gözlerim kapalı… Parkın canlılığına dair ne bulduysam soluyarak içimde tutmak istiyorum o yeniden dirilişi. Sonra bir kafenin merdivenlerine sırayla konmuş fesleğenleri gördüm, ee mevsim, fesleğen mevsimi malum.

Yıllar öce vapurda limon sıkacağı satan abinin tasviri o günden beri kullandığım bir tasvirdir; limonun tepesinden vida gibi yerleştirilen sıkacak yaramaz bir çocuğun yanaklarını sıkar gibi limonun yanakları sıkılır ve sıkacağımız limonun tüm suyunu alır..."Yaramaz çocuğun başını okşayıp yanaklarını sıkar gibi" :)  Fesleğenin de bu limon gibi yaramaz bir çocuk olduğunu varsayıp, başını okşayıp ellerimi burnuma götürerek mis kokusunu içime çektim, her sefer olduğu gibi…

seni severim fesleğen, bilirsin ;)
Ama bu sefer bir yanlışlık varmış gibi geldi bana neden bilmiyorum ama dedim kendi kendime "fesleğen de bu yaptığımdan hoşlanıyor mu sahiden?" diye düşündüm (fazla mı parkın ruhuna nüfus etmeyi mesele yapmıştım acaba?). 

Çocukların her biri başını okşamamızdan ya da yanağından makas almamızdan hoşlanmaz, belki fesleğenler de hoşlanmıyordur onların başını okşayıp da kokularını zorla almamızdan? Her çocuğun ona sarılıp onu öpmemizden hoşlanmadığı gibi fesleğenler de onların başını okşamamızdan hoşlanmıyorlardır da söyleyemiyorlardır, anlatamıyorlardır kendilerini…

Hem o güzel kokusuu sadece kendine saklamak, kendi kendine kokmak istiyordur belki. Öbür türlü olsa kokusunu diğer çiçekler gibi dışarıya vermez miydi?

Bilmiyoruz dostlar, farklılıklara varım ben, kabul ediyorum tüm başka renkleri desek bile örneğin bir bitkinin de sevilmemek gibi bir hakkı olduğunu tahmin edemiyoruz.

İtiraf etmek gerekirse o günden beri o kadar rahat okşayamıyorum fesleğenin başını, çocukların başını hoyratça karıştıramadığım gibi, o mis kokuyu avuçlarımın içine saklayıp bitirene kadar koklayamıyorum artık… 

Nereden geldi ki bu düşünce aklıma... Ama tamamen onları koklamaktan da alamıyorum kendimi. Çaktırmadan da olsa (kime çaktırmıyorsam J) alabildiğim kadar yalancıktan dokunarak kaçırabildiğimi kaçırmaya çalışıyorum avuçlarıma…  Neden bu kadar isteksiz diye düşünüyorum da ne bileyim belki de nazındandır, olamaz mı, OLABİLİR…