FESLEĞENİ SEVMEK
Soğuk bir ilkbahar akşamı, köpeklerin yuva edindiği,
insanların da korkusuzca yürüdüğü yemyeşil bir parktaydım o gece.
“İlkbahar, en sevdiğim mevsimsin sen…” deyip çimeni, otu,
ağacı sevmeye gittim o gün.
Gözlerim hariç diğer tüm duyu organlarımı açıp dinleyecektim
çevremi . Tıkadığım kulaklarımı, kapattığım ağzımı açacak, ellerimi
serbest bırakacak, görmediğim halde dokunmaktan korkmayacaktım bu sefer…
Terapilerde, yogada, en kötü çocukken gittiğiniz tiyatro
çalışmalarında ufacık da olsa motivasyon çalışması yapılmıştır mutlaka size
de. Kimin sesi olursa olsun o ses, bu çalışmanın başında daha yumuşar ve kimse şimdiye kadar onun hakkına girmemiş, savaşlar onun dünyasında
olmuyormuş, evrendeki en sakin yerde
yaşıyormuşçasına, o kişi parmak uçlarında, bulutların üstünde yürüyormuş gibi sakin
sakin sunmaya başlar hayalini kurmanızı istediği şeyi :
Gözlerin kapalı,
Yavaş yavaş bulunduğun mekandan uzaklaştığını hissediyorsun,
Etrafında mis gibi çimen kokusu,
Uzaklardan bir yerden su sesi geliyor, sen de duy bu sesi,
Bak hava nasıl ılık esiyor…
Dışarıdaki en uzak sesi dinle,
Biraz daha yaklaş,
Etrafını dinle,
Vücuduna kulak ver,
Yavaşça tüm bedenini hissetmeye çalış;
Ayakkabının içindeki ayak parmaklarını,
Deminden beri yanında duran kollarını,
Bir karıncalanma hissediyorsun,
Ayaklarından başlıyor,
Dizlerinden yukarıya çıkıyor,
Her yerinin sıcaklığını hissediyorsun ve uyuşmuş gibi…
Burnundan nefes al ve şimdi yine burnundan o nefesi ver,
Kalbinin sesini duymaya çalış, onun ritmini dinle…
Sonra yavaş yavaş açtırırlar gözlerini ve neler hissettiğini
sorarlar. Ne hikayeler dinlersin o arada, ne filmler duyarsın da sen ben
inanamayız…
İşte böyle soğuk bir ilkbahar günü ben parkı dinliyorum
gözlerim kapalı… Parkın canlılığına dair ne bulduysam soluyarak içimde tutmak
istiyorum o yeniden dirilişi. Sonra bir kafenin merdivenlerine sırayla konmuş fesleğenleri
gördüm, ee mevsim, fesleğen mevsimi malum.
Yıllar öce vapurda limon sıkacağı satan abinin tasviri o günden beri kullandığım bir tasvirdir; limonun tepesinden vida gibi yerleştirilen sıkacak yaramaz bir çocuğun yanaklarını sıkar gibi limonun yanakları sıkılır ve sıkacağımız limonun tüm suyunu alır..."Yaramaz çocuğun başını okşayıp yanaklarını sıkar gibi" :) Fesleğenin de bu limon gibi yaramaz bir çocuk olduğunu varsayıp, başını okşayıp ellerimi burnuma götürerek mis kokusunu içime
çektim, her sefer olduğu gibi…
![]() |
seni severim fesleğen, bilirsin ;) |
Ama bu sefer bir yanlışlık varmış gibi geldi bana neden
bilmiyorum ama dedim kendi kendime "fesleğen de bu yaptığımdan hoşlanıyor mu
sahiden?" diye düşündüm (fazla mı parkın ruhuna nüfus etmeyi mesele yapmıştım acaba?).
Çocukların her biri başını okşamamızdan ya da yanağından makas almamızdan hoşlanmaz, belki fesleğenler de hoşlanmıyordur onların başını
okşayıp da kokularını zorla almamızdan? Her çocuğun ona sarılıp onu öpmemizden
hoşlanmadığı gibi fesleğenler de onların başını okşamamızdan hoşlanmıyorlardır
da söyleyemiyorlardır, anlatamıyorlardır kendilerini…
Hem o güzel kokusuu sadece kendine saklamak, kendi kendine
kokmak istiyordur belki. Öbür türlü olsa kokusunu diğer çiçekler gibi dışarıya
vermez miydi?
Bilmiyoruz dostlar, farklılıklara varım ben, kabul ediyorum
tüm başka renkleri desek bile örneğin bir bitkinin de sevilmemek gibi bir hakkı
olduğunu tahmin edemiyoruz.
İtiraf etmek gerekirse o günden beri o kadar rahat
okşayamıyorum fesleğenin başını, çocukların başını hoyratça karıştıramadığım
gibi, o mis kokuyu avuçlarımın içine saklayıp bitirene kadar koklayamıyorum
artık…
Nereden geldi ki bu düşünce aklıma... Ama tamamen onları koklamaktan da
alamıyorum kendimi. Çaktırmadan da olsa (kime çaktırmıyorsam J) alabildiğim kadar
yalancıktan dokunarak kaçırabildiğimi kaçırmaya çalışıyorum avuçlarıma… Neden bu kadar isteksiz diye düşünüyorum da
ne bileyim belki de nazındandır, olamaz mı, OLABİLİR…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder