29 Mayıs 2015 Cuma

ESKİ ŞEHİR


AH LE YAR YAR!


Geçtiğimiz günlerde Eskişehir' deydim. "Aaahhhh ahhh!" diyerek başlamak istiyorum sözlerime.

 Geldiğimden beri aileme "neden beni şartlandırmadınız, illa şu üniversite olsun diye !" diyorum yazık annem de bu hayıflanmalarımı ciddi oranda üstüne alındı ve ‘’biz bilmiyorduk ama öğretmenleriniz de bilmiyordu’’ dedi masum masum. Vala onu bunu bilmem kaç yıl geçmiş aradan ama ben bugün bile Eskişehir' de okumadığıma dertleniyorsam burada haklı bir sebep vardır bence,

Ben bir gezgin değilim ama gezip gördüklerimi büyük bir zevkle anlatacak sonra da konuyu sayın belediye başkanına bağlayacağım, bakın şimdi:

Yıllar önce bile "kesinlikle üniversiteyi kazanıp Eskişehir' de okumalısın orası tam bir öğrenci kenti" denilen şehre ben 19 yıl sonra ilk defa gittim. O zamanlar Osmangazi Üniversitesinin olmadığı şehir bugün 2 devlet üniversitesine sahip, özel bir üniversite de proje olarak gündemde. Adam akıllı gezmek istiyorum her yeri görmek istiyorum derseniz kalabalık olmayan bir grupla 3 gününüzü ayırmalısınız Eskişehir'e.

Biz gece 1 de çıktığımız yolu saat 07.00 de tamamladık. Hamamlarıyla meşhur Eskişehir' in hamamlarsız günü olmaz diyerek soluğu gençler ve kendini genç hissedenler hamamda aldı. "O saatte ne hamamı" demeyin karasal bir iklime sahip ve o gün 32 derece sıcaklığa sahip Eskişehir hamamlarını bilenler saat 07.00 de yerlerini almış tellağın sırayla çağırmasını bekliyorlarmış. Hamam, tellak, ardından elinde gazozla dinlenme salonu... Vala hamam her halükarda keyiftir ama bu işi bilenlerle daha da keyiflenir.

Sonraki durağımız Şelale Park: Tüm Eskişehir’ i ayaklarınızın altında hissedebileceğiniz Bursa’ nın Tophanesi gibi bir yer (manzara olarak); yemyeşil bir park ufak bir şelale, Robin Hood ve yardımcısı Zancas  ile birlikte bizi selamlıyor.

ŞELALE PARK VE DON KİŞOT


 Aa söylemeyi unuttum:  Eskişehir tam anlamıyla her yerde her şeyi anlatabilen ve bizim New York filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz şekilde pek çok heykelle süslenmiş bir şehir. Bal mumu müzesi olmazsa olmazlardan. Odun Pazarındaki bu müze önündeki uzun kuyruğa rağmen beklenilmesi ve gezilmesi şart yerlerden biri. Beni en etkileyen şey ise vefa idi. Yılmaz Büyükerşen  gördükçe mutlu olacağınız isimleri unutmamış, bu vefakarlık fark edilmezse olmazdı…

Şelale parkta oturduğumuz mekanda enfes bir kahvaltı yedik ama ne enfes olmasını abartıyorum ne de yaşadığımız mutluluğu. Yumurtalı ekmeğin, kızarmış peynirin dahi olduğu bu sofra Eskişehir’in “ah sana dün tepeden baktım aziz Eskişehir ”  diye şarkı söyletiyordu en son.

Daha sonraki durak Sazova Parkı. Kapıdan girişle birlikte sizi karşılayan yapılarla o kadar büyüleniyorsunuz ki fotoğraf çekmeyi filan unutuyorsunuz. Parkın içinde Masal Şatosu, Eti Sualtı Dünyası, Sabancı Uzay Evi, Bilim Deney Merkezi, Korsan Gemisi ve amfi tiyatro bulunuyor. Maalesef günlerden Pazartesi olduğu için içlerine girmedik ama dışı bile beni etkilemeye yetti. En sevdiğim Masal Şatosunun yapılırken pek çok kulenin yapısından esinlenerek yapılmış olmasıydı, gemiler ve bahçe de muazzamdı. Ve heykeller kadar baş rolü hakkeden Porsuk orada da bizi karşıladı, içindeki ördekler ve kuğular görsel zevkimize bir de sefa kattı.



SAZOVA PARKI VE MASAL ŞATOSU VE BAHSETTİĞİM ESİNLENİLEN KULELER PLANI

Biraz dinlenelim, yol yorgunuyuz malum, akşam yemeği yiyelim artık ve “Eskişehir gece nasıl oluyormuş?”  diye çıktık yola. Sahiden öğrenci kentiymiş Eskişehir, yiyecekler bol kepçe sadece karın değil göz de doyuruyor , sanırım herkese iyi gelecek olan bu, hemi de ucuuuzzz…  Vala biz yanımızdaki arkadaşlarımızın gençlik anıları niyetine Donat’ s denilen yerde yedik yemeğimizi, döner sevenlere tavsiye ederim.

Sonrasında da hemen karşısında yer alan bara geçtik: 'Cafe Del Mundo'. İnstigramdaki hesabını mutlaka takip edin derim ben. Burası her yeri müze olan Eskişehir’e çok yakışan bir yerdi; oyuncak müzesi desen değil, Barış Manço müzesi desen o da değil ama inanın hepsini hatırlatacak keyifte bir mekan. Buranın ilginç olan yanı yıllarını bu bara vermiş çalışanlarının yurt dışına çıkıp gezmesinin işletmeciler tarafından desteklenmesi. Aynı zamanda bu gezilerini belgesel tadında çekip yayınlıyorlarmış. Dünyanın her yerinden içkiyi, birayı orada bulabilirsiniz, zaman zaman ilginç sunumlarla da içtiğiniz biranın gerçekten de farklı bir ülkeye ait olduğunu buram buram hissediyorsunuz. Fotoğraflar, ülkelere ait tabelalar, resimler, oyuncaklar , objeler …  Yani uzun lafın kısası orada zaman geçirmekten asla sıkılmayacaksınız hem farklı hem güzel hem de herkes güler yüzlü... Eğer tek başına gittiysen de bara oturup sana orayla ilgili ayrıntıları anlatacak onlarca insan var. 

CEFE DEL MUNDO VE DEĞİŞİK İKRAMLARI

Uzun oturduğumuz için bir ara Porsuk' a doğru yürüdük, çalgıcı amcaların yanından geçerek herkes gibi Porsuk' un kenarındaki çimenlere oturarak yorgunluğu attık, gün batımıyla birlikte güzel bir sohbet sonrasında mekanımıza geri döndük. 


PORSUK VE GÜN BATIMI (İSTERSEN SAĞLI SOLLU OLAN CAFELERE OTURUN İSTER PORSUK KENARINA ...)

Uzun saatlerden sonra biz de kalktık barlar sokağından geçerek tramvayla otelimize geri döndük. Tabi yollardan geçerken her İstanbullu gibi hangi evin ne kadar olabileceğini burada yaşanırsa ne kadar kolay yaşanabileceğini konuşa konuşa geldik. Eskişehir bizi mutlu etmişti ve o zamana kadar şehir hakkında hep güzel şeyler söyleyen kimseyi mahcup etmedi bu şehir…

Ertesi gün ilk durağımız Odun Pazarıydı. Eskişehirlilerin “medarı iftiharımız” dedikleri yerdi burası. En eski yerleşim birimi olan Odun Pazarı, restore edilmiş evlerin piti kareli kırmızı örtülerle, camdan yapılma aksesuarlarla, sardunyalarla süslenmiş şirin mi şirin bir yer.  O çoook ünlü balmumu müzesi de burada. Kimsenin unutulmadığı bu şaşırtıcı güzellikteki müze, belediye başkanı Yılmaz Büyükerşen tarafından yapılmış 120 balmumu heykeliyle karşılıyor sizleri. Odun Pazarı buram buram tarih, sanat ve insanlık kokuyor, eğer yapılmak istenen buysa bence çok başarılı olunmuş çünkü burada gezebileceğiniz onlarca müze ve sanat evi var. Biz bir tane ahşap müzesini gezdik çok anlatmayacağım ama odundur deyip de geçmeyin derim.

ULUSLARARASI AHŞAP SERGİSİNDEN


Sonrasında bir cam ve pechwork sergisi. Eskişehir’de ünlü olan pek çok şeyden biri olan camlar ve onlardan yapılan bu kibar objeler…Ne kadar şanslıydık ki tamamen geri dönüşüm üzerine zamanında cafeleri olan bir çiftin yine geri dönüşüm amaçlı açtıkları sanat evinde bize camdan balık yapımını göstermeleriydi. Televizyondan izlediğimiz bu tanıdık manzara canlı canlı izlendiğinde daha da özel oluyormuş.

CAM SANAT EVİ VE GERİ DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ CAM ŞİŞELER


            
          Sergide en hoşuma giden eserlerden: cam kumdan olduğu için et makinasına kum konuluyor ve cam elde ediliyor....
















Tüm gittiğimiz mekanların özelliği dışarıdan yeni restore edildiği belli bir evin olması ve içeri girdiğiniz gibi sizi karşılayan eşsiz güzellikteki bir bahçenin olmasıydı. Müze ve sergi mekanları da böyleydi; kapıdan içeri girdiğinizde sizi mermer bir havuz karşılıyor sonra sağlı sollu odalarla daha neler yapabileceklerini açıklıyorlardı…

Aslında biz her yeri gezmedik gezebileceğiniz onlarca yer var daha. Son olarak gezdiğimiz iki yerden daha bahsedip konuyu istediğim yere bağlamak istiyorum:

 Kent parktan bahsetmek isterim. Güzel, yeşil ve zevkli bir park, aralardaki Porsuk yine selamlıyor sizi, bahçe düzenlemeleri çok keyifliydi. Duyduğunuz  deniz ve plaj gerçek J hakikaten orada yüzme kursunun da olduğu bir plaj var ama tabi bunu her yaz Ege’ ye Akdeniz’ e giden sahil şehirlerinde oturanlara anlatmanın pek bir manası yok ancak hiç suyun olmadığı, ortadan sadece kötü kokusuyla anılan bir suyun olduğu bir şehirde her yerde o nehirle karşılaşmak ve o nehrin bir parçasının plaj ve deniz yapılması bence çok ayrıcalıklı bir zevkti, yapanlarının aklına fikrine emeğine sağlık…


KENT PARK VE PLAJI :)

Eski Hal: Eskiden sebze hali olarak kullanılan, şehrin içinde kalmış bu yerin fotoğraflarla eski hali ve yeni halini görebilirsiniz, şaşırabilirsiniz, yok artık gibi tepkiler verebilirsiniz, bence çok normal… Çünkü eski hali yanından geçilmez bir yerken yeni hali ile sağlı sollu  restoranların olduğu bir han burası. Ortası boydan boya oturma yerleri ve masalarla kaplı. İşte güzel olan taraf: Bu masalarda oturarak oradaki restoranlardan yemek siparişi verebilirsiniz ama eğer istemezseniz de kendi yiyeceğinizi alıp o masalara oturabilir, vakit geçirebilirsiniz…

ESKİ HAL


Uzun uzun anlattım ama Eskişehir’de beni en etkileyen şeyin bu anlattığım ve daha fazla olan şeyin herkes tarafından yapılabilmesiydi. Demek ki o kadar zor değilmiş bir şeylerin ucuz veya ücretsiz yapılması. Devlet filan batmazmış ya da belediyenin çalışmasına engel oluşturmazmış değil mi?. Mekanları zaten siz seçersiniz ama ismi geçen yerlerde hiçbir yer  ücretli değil, otoparklar çoğu zaman ücretsiz veya sembolik bir fiyatla ücretlendirilmiş. Örneğin Kent parkta kaç saat kaldık hatırlamıyorum (son derece uzundu) ödediğimiz park parası 1 liraydı, parkın içinde oturabileceğiniz mekanların yanında çimlere de oturabilirsiniz, tabi mangal yakmayın da çayınızı termosa koyup Porsuk kenarında vakit geçirebilirsiniz. Göz göre göre kazıklanmadan o keyfi herkesin yaşayabilmesi sanırım benim en hoşuma giden şey oldu. Müzeler ya da sergiler yine sembolik fiyatlarla fiyatlandırılmıştı hatta çocuklar bize “hocam” diye seslendiklerinden biz bilet aldığımız kişilere öğretmen kartımız yanımızda olmadığı için “öğretmen” demediğimiz halde bize indirimli bilet kesmeleri size küçük gelebilir ama bizim için çok önemli bir ayrıntıydı. Kart göstermediğimiz halde öğretmen olduğumuza inanmaları  “ vaay insanlık ölmemiş sahiden, birbirinin doğru söylediğine hala inananlar varmış” dedirtiyor insana.


 Eskişehir’in başına gelen en güzel şey 1999 yılında seçilen sayın belediye başkanı Yılmaz Büyükerşen sanırım. Ondan çok şey öğrenmesi gereken belediyeciler var. İnsanını en hakkeden şekilde yaşatan, kimsenin dertlenmediği,  “ya yaptılar ama hiç gidemedik ki oraya” denmediği bir Eskişehir var orada; yaşamasak da bizimdir orası dedirten bir Eskişehir. Bu imkanları sunanlar kendileriyle ilgili çok ipucu vermiş bize aslında. Her yerde sanata dair şeyler görmek, “yurt dışına sen gidemiyorsan yurt dışı sana gelir” dedirten ambiyanslar, ‘ulaşılabilir’ olmanın mutluluğunu yaşamak… Sayın Büyükerşen’in sanatçı inceliğini her daim görebileceğiniz bir yer Eskişehir ve o kadar emek verilmiş ki. Demek ki neymiş sevgi? Gerçekten emekmiş, uğraşmakmış, ben bunu her adımda yaşayarak görmüş oldum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder