14 Şubat 2014 Cuma

BEN SENİN VERMEN GEREKEN CEVAPLARA SORUYORUM:  NEDEN?

Bana hep, neden öyle davrandığını bilmediğim insanların neden öyle davrandığı soruldu. Bilmiyorum ki ben, hem onlara ulaşabilseydim derdim onlara ‘’davranmayın böyle, içim acıyor’’ diye.
İçim acıyor. Onlar fütursuzca öyle davranıyor ama ben üzülüyorum;  soluksuz olan ben, nedensiz olan ben, soruları kar gibi diz boyu olana ama cevabı olmayan ben...
Minibüste bir insan vardır: nereye çarptığını bilmeden langır lungur geçer yanınızdan ve şiddetli bir şekilde dizinize çarpar (ezseydi bari) oysa dizinizin yarası vardır, dokundukça canı yanar, dokunulduğunda sen yarattığın acıyı bilmezsin. İşte onlar da öyle. Hayatına dokunuyor da bilmiyor nasıl can yaktığını, sende neler bıraktığını. Bu acı yetmiyormuş gibi bir de senin cevaplaman gereken sorular bana soruluyor: ‘’Hiç aramıyor mu?,  Neden?,  Nasıl insan dayanır ki?, Hiç üzülmüyor mu?’’.
Bilmem; aramak istemiştir belki arayamamıştır; vardır illaki bir sebebi; dayanamıyordur aslında da cesaret edemiyordur;  üzülüyordur, en az benim kadar.
Ya tersiyse: bilmem; hiç aramadı; bir sebebi yok kendi böyle istedi; dayanıyor, benim gibi değil; yok üzülmüyor, aklına bile gelmiyormuşum!
Senin cevap vermen gereken soruların arkasında duramıyorum artık, bana verdiğin acı haddinden fazla zaten, bacaklarım titriyor, direnemiyorum, hep haklı çıkarmak istiyorum seni ama yapamıyorum artık, beni bu kadar yalnız bıraktığın için haksızsın çünkü çok hem de. Bu dünyada hiç kimse bu kadar dert içinde bırakılmaz çünkü hayat hem güzel değil hem de kendini sevdirmek için hiç bir şey yapmıyor. Bu çabasız dünyada sen ben çabalamazsak nasıl yaşanılır ki?

Gel, gelişin bile bir cevap olacaktır aslında, insanların karşısında bir dur şöyle; ‘’evet ne sormuştunuz’’ de, biliyorum ki hiçbir şey sormayacaklar sana, varlığın bile yetecek, aynı bana yeteceği gibi. Yalnızlık değil benimki; umutsuzluk, nefret değil, sevmek benimki, çok sevmek hem de...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder