ALTIN KAFESTEKİ MUHABBET KUŞU
Bir muhabbet kuşu alırsın. Küçük al ki
konuşmayı öğrensin derler. Alırsın, yavrudur daha.
Rahat etsin diye kocaman bir kafes
verirsin ona; bembeyaz, şato gibi bir şeydir kafes. Bazen sen bile bakarak o
kafese, hayaller kurarsın, ''oohh, ne rahat!'' dersin.
Yem alırsın doğal olarak, kolay yesin
diye kabuksuz yem alırsın ama, daha pahalısından.
Suyunu yenilersin sürekli, ''aman susuz
kalmasın; olur mu, sen susuz yaşayabilir misin, olmaz...''
Canı sıkılmasın diye oyuncaklar alırsın
ona: zilli toplar, salıncaklar, aynalar...
Ağzı tatlansın diye ballı çubuklardan
asarsın kafesine, hem daha güzel ötermiş, bülbül sanki, keyiflenince konuşurmuş
bile! Şeker yiyeyn kim keyiflenmez ki, bana bir kalıp bitter çikolata
versinler, at gibi kişnerim bile...
Aaa, bir de gaga taşı; tırnaklarını,
gagasını törpülemesi gerekiyor. Gaga taşı almalısın, en azından as kafesine,
severse o kullanır zaten.
Muhabbet kuşu aldın, o bilmez dışarda
nasıl yaşanacağını ve sen onu seversen öter, ele gelir, konuşur bile; salarsın,
omzuna konar, öpücük verirsin, bıyıklarına rağmen, son yediğine rağmen öper
seni; saçının diplerini okşar gagasıyla, müptela olur senin ona bakışına,
gitmez başkasına; bilmez ki başkasını sevmeyi...
Ve bir süre sonra öyle bir hale gelir ki
camı açsan bile çıkmaz dışarı; onun için en güzel yer senin avuçlarının içidir,
senin sesinin tınısıdır, senin güzel yüzün, gözlerinin içidir.
...
Bir kıza aşık olursun. Küçücüktür,
şimdiye kadar hiç sevmemiştir; şimdiye kadar hiç bu kadar sevilmemiştir:
Yatakta sırtını dönse bile sarılırsın
ona, kolların belini sarmaktan hiç vazgeçmez.
Hiç beklemediği anda kaçamak bir öpücük
kondurursun, şşş kimse görmesin, ufak bir kıkırdama ama mutluluğu tarifsiz...
Salonunda hazırladığın şık bir sofrada,
hafif karartılmış bir odada ruhuna işleyen Bülent Ortaçgil sesiyle keyifli
keyifli sohbet edersin. Onun minik ve beyaz ellerinden tutarak, pamuk bedenini
tutarak dansa kaldırırsın. Muhabbet kuşun ya, boynuyla omzu arasına konarsın
öpücüklerinle...
Bazen hastalanır, bu dünya hep böyle
gitmez ya: yatırırsın onu güzelce, yemekler yapar, ellerinle yedirirsin. Boğazı
çok şişmiş, yutamaz diye ilaçlarını suya damlatır içirirsin.Ne kadar
şefkatlisin; karnı ağrısa avuçlarının içine alırsın karnını; şefkatinden mi
sıcaklığından mı bilinmez ama ne ağrı kalır, ne sızı...
Öyle sevilir ki o yürek, minik bir kız
çocuğu değildir artık; asi, gürültücü, anlamsız, sinirli değildir.
Şevgi dolu bir yürek artık onundur,
gülümseyişin onun için cennet bahçesi, susuşun hiç bir zaman kötü değil, sana sokulmak
için bir fırsat, dudaklarına değmek için bir sebep, seni seyrederek huzura
ermek için bir bahane...
...
Muhabbet kuşunu salamazsın o saatten
sonra, bırakamazsın onu dışarda yaşasın diye. Yağmurdan, ağzına layık
yemlerden, senin onu naif gören ''şirin''lerden, ''aşkım''lardan mahrum
edemezsin onu, ölür, yaşar dediğin bile 5 ay yaşadı, korkarım çok da kötü bir 5
aydı onun için...
...
Şimdi o kız çocuğunu sevmekten
vazgeçemezsin; gülüşünün sıcaklığını, dokunuşların sihrini öğrettikten sonra
kalbinin en derinini vermekten vazgeçemezsin. Artık olmaz, bilmez ki, yağmuru
fırtınayı, şefkatsiz, merhametsiz bir dünyada yaşamayı!
...
Küçük bir kız çocuğu seveceksen ya da bir
muhabbet kuşu alacaksan, ne pencereyi açıp aptallığı yüzünden çıkmasına izin
vereceksin ne de onu terkedeceksin, olmaz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder