31 Mart 2020 Salı

MÜKEMMELLİYETÇİLERİ SEVİN!


Sanırım İngiltere’de başlamış bir akımmış bu; evde kaldığımız covid-19 (kendini önemli bir şey   sanmasın sakın, büyük harfle filan yazmayın sakın!) ile mücadele ettiğimiz şu günlerde, evde kalanların özellikle çocukların sabır ve umut gösterdiğine dair evlerimizde gökkuşağı çiziyoruz ve camlarımıza asıyoruz. (Umut kavramını ben uydurmuş olabilirim.) Camlardan, canlara giden rengarenk bir yol çiziyoruz kalplerimize hem de, kağıda çizip camlara astığımıza bakmayın…


GÖKKUŞAĞI ÇİZMEK NEDEN DÜNYANIN EN GÜZEL ŞEYİ?

Eğitim uzaktan da olsa devam ediyor, biliyorsunuz. Ben bu durumu zümremden öğrendim ve fikre bayıldım ve hatta canlı yapacağımız rehberlik buluşmalarında ufak bir sürprizle çocuklarımı bu güzel etkinliğe davet edeceğim.

Bu yüzden gökkuşağımı çizdim, gecenin bilmem kaçında, zamanın en güzel vaktiydi bence…

Gökkuşağını boyarken farkettim ki ben gökkuşağı çizmeyi çok seviyorum. Bir resim çizmeden önce kendimi psikolojik olarak hazırlarım, bu bazen günleri, haftaları alır, bazen ayları. Sonra tuvale zorla çizerim vs. Ama gökkuşağı, hani anneninizin köyüne gidersiniz, orada sizi görmeye eş dost gelir, siz hiçbirini tanımazsınız da beraber içtiğiniz bir tas çorbanız olmasa bile sıcacık gelirle size, sarılırsınız sımsıkı, “nasılsın” dediklerinde en samimi halinle “iyiyim” dersin, gerisi yoktur ama o kadar! O kadar olmasına rağmen dünyanın en sıcak çorbası, en sıcak kucaklaşmasıdır o an; tam bu hissiyattır beni gökkuşağı çizmeyi bu kadar sevdiren…

ESKİ BİR DOST

Eskilerden tanıdıktır, kalemler parmağımıza kocaman gelse bile ilk çizdiğimiz şeydir gökkuşağı. Ben küçükken de renk seçmezdim, her renk “ benim en sevdiğim renk” idi, gökkuşağı da her rengi barındırdığı için,  o renkleri seviyorum.

Yazınca farkettim, gökkuşağının yolculuğunu yolda olmasını da seviyorum ben,gezgin ve sürprizlerle dolu bir yolculuk hikayesi gökkuşağının hikayesi.

Bir de;

MÜKEMMEL ÇİZMEK ZORUNDA DEĞİLSİN

Gökkuşağı çizmeyi bu kadar sevmemin en güzel sebebi ise, gökkuşağı çizerken ya da boyarken, ‘yamuk oldu, eğri oldu, renkleri yanlış sırayla boyadım’ gibi kuralların olmaması, bayılırım konforlu olan her şeye, kağıdın da önemli değil, boya türlerin farklı olmuş ne güzel işte! Hatta ben küpe niyetine sağına da soluna da bulut çizdim en özgüründen, pofuduk pofuduk uçuşsun da istediği yere konsun diye…

Özellikle kapitalizmle beraber bir kusursuzluk algısı var artık hayatımızda. Bu bazen ‘en olma’ çabası, bazen ‘hata yapmamalıyım kaygısı’, bazen ‘herkes böyle yapıyorsa ben de yapmalıyım yarışı’, her ne hissediyorsanız, neticede MÜKEMMELLİYETÇİLİK ALGISI (Bu sıkıcı hissiyatı da mı küçük harfle yazsaydım, kendini pek önemli sanmasın diye, neyse duygularımız her biri değerli, o kalsın böyle…)

NEDEN MÜKEMMEL OLMALISIN, HİÇ GÜZEL CANINA SORDUN MU?

Kapitalizmle bu durumu açıklamamın sebebi, tüketimin hayatımızın merkezine oturtulmasıyla ilgili çünkü o kadar çok şeyi o kadar hızlı tüketiyoruz, teknolojinin de gelişmesiyle beraber ve artık bizim yapabildiklerimizi diğer yapabilen pek çok kişi yapabiliyor ve ben artık ben değil hepimiz gibi oluyorum.

Güzel canınıza bir sorun bakalım, bu yarışa kendisini kaptırmasının nedeni ne:

  • Başkası tarafında eleştirilmek istemiyor olabilir.
  • Karşılaştırmadan kimse hoşlanmaz ama senin güzel canın biraz daha fazla çekiniyor olabilir bu durumdan (bir sor bakalım…)
  • “EN” olma yarışında olmanın nedeni belki de böyle bir kaygı değil de, kendinle yarışını bitiremiyor olmandır. Bu cümleyi kurarken  hep şef Arda Türkmen’in bir vitamin reklamında, tek kaşını kaldırıp, “en zorlu eleştirmeni bile memnun edebilirim, kendimi”  dediği sahne geliyor aklıma. Nedir kendinle alıp veremediğin…

SON YÜZYILIN RUH HALİ: KAYGI BOZUKLUĞU

#EvdeKalTR günlerinde azıcık rahat olacağız dediğimiz şu günlerde tek kelimeyle bombardımana tutulduk. Gerçi bu çok güzel bir şey, beni pek çok açıdan mutlu ediyor ama kapı yine aynı yere çıktı: YETİŞEMİYORUM. Okunacak kitaplar, paylaşılan PDF’ler, verilen online eğitimler, online yayınlanan konserler, operalar, baleler, tiyatrolar… Bunlar benim yetişmeye çalıştıklarım, canlı yayınları, hiç göremeyeceğimiz buluşmaları saymıyorum bile…
Bu yetişememe ve herkesten en güzelini yapmalısın hissi bizi ortak bir duyguya hatta ortak bir soruna götürdü: ‘KAYGI BOZUKLUĞU’
Neyin mükemmel olmasını istiyorsak onunla ilgili bir şeyle karşılaştığımızda kalbimiz yerinde rahat durmuyormuş gibi hızlı hızlı çarpıyor, bizi bir telaş alıyor, eksik yapmamalıyım, tam olmalı her şey, zamanında olmalı hatta mümkünse zamanından önce bitirmeliyim (benim için bu duygunun sebebi, yapmam gereken olarak öyle kenarda duruyorsa asla başka işe adapte olamıyorum, onu bir an önce yapacağım ve mümkünse aklımdan çıkaracağım, öff yazarken sıkıldım L )
PEKİ BU HİSSİN EYLEM HALİ
Hissedip bitse keşke…
Sonuçta gün sonunda bizim bir şey yapmamız isteniyor, bir ürün çıkarmamız. Pek farklı zaman diliminde bunu yaşarız. Kimimiz bu kaygı durumu yaşamak istemediğimizden dolayı yapmamız gereken şeyi sürekli erteleriz, onu teslim etmemize çok az bir zaman kalana kadar, sonuç mutsuzluk çünkü o son ana kadar filmimizin fon müziği olarak çalan “yapmalısın, yetiştirmelisin, hala duruyorsun bak” eziyeti, bunlara rağmen kalkıp da yapamamak, bir türlü veya en mükemmelini yapacağım çabası içinde günlerini, saatlerini, geceni gündüze katarak çalışman. Ah sana bir çırpıda işkolik diyenler, bilseler şu içsel huzursuzluğunu,  neden böyle olduğunu iki kelimeye sığdırırlar mıydı acaba bu durumu?
İşin adı her neyse, mükemmel yapıyor olmak harika da, süreç çok yorucu. Bu günlerde bunun kıymetini biraz daha iyi anladık ki hayat, bu tarz kaygılarla yoracak, kendimizi üzecek kadar uzun değil. Dünyadaki tüm kötülüklerin annesi alkol, sigara filan değil, STRES ve hayatlarımızda o olduğu sürece iyileştirmeye çalışacağımız hep çok şey olacak…
GELİN BİZ GÖKKUŞAĞI ÇİZELİM
Boşverin yapmak zorunda olduklarımızı, çalışkan olduğun sürece her şeyi kusursuz yaparsın zaten, yeter ki yırt at şu içindeki “EN”olma savaşını çünkü zaman barış zamanı. Bayram sabahıymış gibi kendine sıkı sıkı sarıl hatta bir makas al kendinden, ‘bayılıyorum sana güzel hatun veya yakışıklı adam’ de, vedalaş o içindeki “EN”le, o senin canavarın çünkü sana “stres yapmak”ı öğretiyor. Ne dedik, stres tüm kötülüklerin anası, kurtulmaya kendinle ilgili bağışlayamadığın şeylerden başla!
Haydi, çocukluğumuzdaki gibi gökkuşağı çizelim yine. Yedi renk dedikleri sizin sevdiğiniz 7 renk olsun ama 7 ayrı renk olsun ki gökkuşağının asaleti olan “rengarenk” olma özelliğini almayalım ondan.
Bir ucu benim kalbim olsun, diğer ucu onu gören evlerin kalbi yani bu yol kalpten kalbe giden bir yol. Bu  yolculuk hikayesi evlerimizden “dışarı çıkamasak bile beraberiz” hikayesi …
O zaman sağlıkla kavuştuğumuz günlerimize niyet edelim. Bu gökkuşağı kapınızı tıklatıyor, kabul eder misiniz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder